HAYATA DÖN
Geçen bir aylık dönemde, kütüphaneme çok değerli, yeni tanımaya çalıştığım yazarların kitapları geldi, hepsini bitmesini istemeyerek ayrı bir keyifle okudum.
Bundan beş altı yıl önce yayınlanan Gülseren Budayıcıoğlu’nun “Hayata Dön” kitabından senaryolaşan “İstanbullu Gelin” dizisini seyrettim. Kimileri için zaman kaybı olarak görülse de ben vakit ayırdığım her şeyden kendi payıma düşeni keyifle alırım.
87 bölüm, ortalama 140 dakikadan, yaklaşık 500 saat, buraya yazarken bana bile fazla geldi.
Daha önce neden seyretmediğime hayıflanarak izledim hepsini. Eleştirel odaklı yaklaşmayınca okuduğuna, seyrettiğine, her anından keyif alabiliriz. Cast seçimi, mekanlar, hayran olduğum oyuncular, duygular, ilişkiler seyretmeye değerdi.
Beğendiğimi övmek kolaydır, ama tavsiye diye sorulunca, ne kitap, ne film, ne dizi tavsiye edebilirim. Beğeniler çok görecelidir çünkü.
Dizinin omurgasını oluşturan kalabalık aileyi, konakta yaşanılmasını, olumlu olumsuz duygun ortak alandaysa herkesle paylaştığın, odanın kapısı kapandığında ise çekirdek hüzünlerinle baş etmeye çalıştığın, paylaşımlı ve sorumluluk gerektiren yaşantılar.
Analiz çok keyifli bir şey, ama uzun uzadıya yazıp, sizi sıkmak istemem. Tüm arketiplerin duygu başlıkları ile paylaşmak isterim biraz.
Evin sofrasının çok önemli olduğunu,
İstenen ve istenmeyen çocuk olmanın ne demek olduğunu ve aradaki farkı,
Sevmek, sevilmek, sevilmemek, hırs, en yakınlarına duyguların,
Varlıktan olmayan kibir, yokluktan kaybedilmeyen umut,
Otoritenin sana dikte ettiği kaderi seçip, sevdiğinden vazgeçmek, belki 40 yıl sonra da olsa yeniden kavuşmak,
Hesap soramayacağın kişilerin, geçmiş ihanetlerini öğrenmek,
Geleneklere bağlılık, çalışanlarla kurulan mesafesiz ilişkiler, yardımseverlik.
Üzerine yapışan kimliklerle başkaları için yaşamak, ömür son çeyreğe girince yapamadıklarının listesini yapmak,
Bir zamanların otoritesinin, bir sürü bilinmezliklerle dolu unutma hastalığı ile, çocuklarını anne, babası sanacak kadar taşınmaz bir şey olması,
Aşklar, ayrılıklar, kavuşmalar, ihanetler, hastalıklar ve kaçınılmaz son ölümlerle; kah güldüren, kah ağlatan, kah öğreten, kendimden bir şeyler bulduğum, sorgulatan, ekranda bir kere bile görünenden, başrollere kadar her birinin muhteşem oyuncu ve oyunculuklarıyla vedalaştım.
Dizilere çok zamanını ayıran bir izleyici olarak kendi listemin ilk onuna girmeyi başardı.
Senaryo; kelime kullanarak kelime yaratma sanatıdır. Ufak bir eğitimle sinopsis, tretman, karakterlerin fiziksel, sosyal, psikolojik, kültürel özellikleri, karakter özgeçmişleri hazırlamanın ne kadar uzun bir yolculuk olduğunu da anlamış oldum.
***
Sonra diziye konu olan, 400 sayfalık “Hayata Dön” kitabını tekrar okudum, dizi tamamen iyimser halde senaryolaşmıştı.
Sektörde kendine çok yer buldu, terapilerin senaryolaşması, çok eleştiri de aldı. Ama inanın benim hiç ilgimi çekmiyor, gerçek hayatta Yaz’ın, Alya’nın, Ala’nın kim olduğu…
Etik mi? Bilmiyorum. Kitaplarda kurguda var. Ticari mi? Ne ticari değil ki? Gülseren Budayıcıoğlu’nun çoğu kitabını okumuş biri olarak söylüyorum; eğer psikoloji, psikoterapi, psikoanaliz ilginizi çekiyorsa, kitapları okursanız, danışanların hayatından, bir Freud’u, bir Jung’u rahat rahat öğrenebilirsiniz.
Belki de bu kitaplar, bir yerlerde maddi ve manevi bu süreçlerin altından kalkamayanların yarasına merhem oluyordur, yeter ki isteyelim.
Kitaptan bahsetmek isterim biraz.
Kitapta Gülseren Hocanın, biraz geçmişi, özel hayatı, klinik hayatı, araya serpiştirilmiş başka danışanların altından kalkmakta zorlandığı hikayeleri girse de kitabın büyük bölümü “Ala” ile ilgili.
Hocanın “Ala”nın transferans denilen duygu geçişine katılması için anlattığı hikayeler bile kitabı zenginleştiriyor.
Konu başlıklarını vermek isterim.
19.yy’da Avrupa’da kadınların güzel görünmek için, eziyetle giydikleri korselerin, karaciğerlerini ikiye bölecek kadar zarar vermeleri.
Mao iktidara gelip yasaklayana kadar, bir süre sonra yürüyemez hale gelen Çinli’lerin küçük ayak tutkusu, 9 santimetreyi geçmeyen “Altın Lotus” ayaklar.
Aralarında İsviçre ve İtalya’nın olduğu, başı Almanya’nın çektiği, çok insanın canına mal olan Cadılar.
Özellikle Fransa’da, patatesin cüzzama sebep olduğu söylentisi ile patates yemeyenler.
Böcekler kadar, insana ve ekosisteme zarar veren DDT.
Çocuk Kral Tutankamon’un esrarı.
1856 yılı Afrika Zosa kabilesi talihsizlikleri.
18.yy İspanya’sında Fısıltı Sanatı.
İran-Prenses Süreyya- Şah- Musaddık hikayesi.
Hitler ve Freud’un kişiliklerinde gücün analizi.
Çamaşırcılık ve hayat kadınlığından gelen Martha’nın, Çariçe Katerina olan yazgısı.
16.yy’da İstanbul’dan Hollanda’ya giden, sosyal ve ekonomik çöküntüye sebep veren “Lale” hikayesi.
Arjantin First Lady’si Eva Peron’un kısacık ömrüne sığdırdıkları.
Bir kitap, bir diziden, benim payıma bunlar düştü, keyif alacağınızı düşünerek sizlerle de paylaştım.
İstanbullu Gelin’in “Yaz”ı,
Kırmızı Oda’nın “Alya”sı,
Hayata Dön”nün “Ala”sı,
Ya da adın her ne ise, umarım yaşamın, yaşadıklarını unutturmuştur sana…
Şimdi bu yazının üstüne; dileyelim ki; hiçbirimiz kimsenin travmasının sebebi ve oyuncusu olmayalım…
Murathan Mungan’la veda edeyim size.
“Yol değil, yolculuktur önemli olan. Nasıl yolculuk ettiğindir, nerede durduğun, nerede mola verdiğin, ne zaman yoluna devam ettiğin, hangi sapakları kullandığın, hangi dönemeçleri aldığın, ne zaman yavaşlayıp, ne zaman hızlandığındır, kiminle yolculuk ettiğinde önemlidir elbette, yoluna çıkanlara ne yaptığındır, kimleri yoldan çıkardığındır, yolunu kesenlere biçtiğin kaderdir.”
Yolunuz, yolculuğunuz hayaliniz olsun…
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.