ASLINDA EYLÜL…
Eylül’ü severim… Güz, hazan, bağbozumu… Dünya Barış Günü ile başlar günlerini saymaya… İzmir’imin doğum günüdür, Atam’a Mareşal unvanı verilmesi onuruna kutlanan Gaziler Günüdür, işgalden kurtuluşlar, deniz zaferleri, dil bayramları, İntiharı Önleme Günü, Gökdelenler günü, İmla İşaretleri Günü, Dünya Temizlik Günü, hatta ve hatta avokadodan yapılan Dünya Guakamole Sosu günü bile var…
***
Ama sorsanız bana önem sırasına göre Eylül; 12 Eylül askeri darbesidir, muhtıradır. 171’i işkence de 48 kişinin idam edilerek, 300 kişinin öldüğü, neredeyse bir buçuk milyondan fazla kişinin fişlendiği insanlık suçudur, kuştan, çiçekten, kitaptan hırsını alan yönetimlerin yıldönümüdür.
***
Ya da 2000’lere gelince, görev yaptığı illerde Süper Vali olarak tanınan, Recep Yazıcıoğlu, saha da olan, bürokrasinin hantallaştığını savunan, romanlara, dizilere kahraman olmuş, kiminin sevip, kiminin hazmedemediği valinin ölüm yıldönümü…
***
Ya da daha yakına gelince, sevdiğime pişman etmemiş, bir derginin oyunculuk yarışması ile kariyerine başlamış, ne oynadıysa kendine yakıştırmış, siyasi hayatımıza duyarsız kalmamış, Taş Mekteple eğitimin içinde yer almış, Zuhurutbaba’dan evine yürürken karşılaşınca selam veren, ama akıllı telefonlarımız olmadığı için sadece anı olarak kalan, popüler adıyla Tarık Akan’ın ölüm yıldönümü…
***
Son olarak da üç sacayağına oturan, öğrenci, aile ve öğretmenlerin eğitim hayatına başlama haftası ki en önemlisi bu. Çok güzel denenmiş ve başarılı modeller varken, deneme yanılma yoluyla idare etmeye çalıştığımız eğitim sistemimiz. Başarısız olduğu takdirde ilerde kırmızıçizgimiz Atamıza hakaretle sonuçlanan veya arkadaşlarının özürleri ile dalga geçen çocukların yetişmesine sebep olan, daha da ileri yaşlarında şehir hatları vapurunda birinin saçlarını yakan bir insana dönüşmesini sağlayan eğitim sistemimiz…
***
Kötülüğümüzün sınır tanımadığı, edepsizlik, ahlaksızlık, kör cahillik bir tarafa, sokaktaki kedinin bıyığını yakan, canı isterse kuyruğunu kesen, hatta canını alan, karşı kaldırıma şişe fırlatan, dünyada sadece kendi yaşıyormuş gibi bencilce davranan, başkasının yolda yürümesini, akşam sokağa çıkmasını, istediğini giymesini kısıtlayan, gündüz kuşağı programlarına konu olan, aklımızın havsalamızın almadığı trajik gerçeklerle, madde kullanan, kendi ya da başkasının canına kıyan insanlara nasıl dönüştük biz.
***
Yolumuz, ilim irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur diyen Hacı Bektaş Veli’den, bir sitemi bile “Hatırın hoş olsun, binin bin olsun” diye kaleme döken Karacaoğlan’dan, toprağa sadık yârim diyen Veysel’in, kendisini terk eden karısının ayakkabısına gittiğin yerde mağdur olma diye bir tomar para bırakan koca yürekli adamdan nasıl biz bu hale geldik. (Bazı kaynaklara göre gerçek olmadığı belirtilse de, ben yine de çok değerli Sunay Akın’ı referans almak isterim)
***
Eylül’ü alıp darmaduman ettim ya da o beni.
***
Oldum olası bilim kurgu, fantastik filmleri, sürrealist resmi, edebiyatta mübalağayı… şans da pek veremem sevmek için.
Somut, gerçek ve gözümde canlandırabileceğim eserleri okumak ve seyretmek istiyorum. Belki de geleneksel olmak, yeniliğe açık olmayı da engeller. Her zaman hissettiklerim her şeyin önüne geçiyor.
Her ne kadar psikolojide anksiyete belirtisi gibi değerlendirilse de; ben seyrettiğim filmleri tekrar seyretmeyi, daha önce kaçırdıklarımı yakalamayı, ilk seyredişimde kızdığım daha sonra sonunu bildiğim için hak verdiğim karakterleri seviyorum. 10 sene önce seyretmemle şimdi seyretmem arasındaki fikirleri ve tercihlerimi seviyorum, iyimser olanlarda buna konforlu alan diyor.
Bu yüzden hangi ayda olursak olalım; sevdiğime pişman olmadığım, bildiğim insanlarla konforlu alanımda yaşamayı seviyorum.
Umarım geldiğimiz günler hepimiz için geçmişimizden daha güzel şeyler getirsin.
Aşık Veysel’i Karacaoğlan’ı örnek verirken Ali Hocamın onları olan hayranlığı geldi aklıma; güzel olan her şeye, sanata aşık kaleminden sizin için bu ay seçtiğim…
ŞİİR’İN GİZEMİ
Şiir yazılmıyor her gün
Diğer yazılara da hiç benzemez
O gün
O saat
O dakika, bir başka olmalı yüreğin.
Hani her gün,
Ağır bulutlar geçer üstünden
yığın yığında
rahmeti olmaz ya…
Bir bakarsın,
Nereden nasıl geldiği
bilinmeyen
bulutlar.
Bir yağmur verir
Bir yağmur verir
O tufan, o sel
Nerede saklı, nasıl durdu
dökülmeden o ana kadar?
İşte öyledir şiirde
Aniden çıkan bulutlar gibi,
Yüreğin içinde saklıdır.
Zor yetişirsin kaleme
Yoksa, gitti gidecek
O sevgilinin gül yanağı, gül kokusu…
Şimşek çakan yüreğinde
O, içindeki gök gürültüsünü
Sadece sen duyar,
Sen korkarsın sesinden
Şiir; yüreğin ateşini
dışa vuran,
Destanıdır Şairin.
11 Haziran 2014
Dereseki
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi