Yeni adresimiz
Ana Sayfa Yazarlar 31.03.2023 324 Görüntüleme

İÇELİM, GÜZELLEŞELİM

reklam

Şerefe İsmail, şerefe Rüstem!

Ulan İstanbul!

Ulan İstanbul!

Gözünü sevdiğim İstanbul!

…..

Güzel İstanbul,

Kahpe İstanbul,

Canım İstanbul!

 

Şu an hafif alkollüyüm. Masamın üzerinde bir mum yanıyor. Bir kadeh kırmızı şarabımı yudumluyorum, yanında birkaç parça kaşar peyniri; bir de karanfilli sigaramı tüttürüyorum arada…

Dünyanın yükü ağır!

“Belki hafifletirir,” dedim içmek ve sunacağı çakırkeyifilik!

Çakır, tamam; hafif soğukluğuyla damakta ve dilde… Dişlere değişteki yumuşak hareketinden sonra inerken kursaktan aşağıya, fevkalade bir kıvamda…

Ya, umduğum keyif?

Neredee?

Daha da ağırlaştı dünya!

Şu Rüstem’in ve İsmail’in derdinden de büyük dertler geldi aklıma.

Yuvarlanıp gitmekten öte bir amacım yokken şu hayatta.

“Daha ne kadar üzülebilirim?” dediğim her an daha büyük bir acıyı yaşamak ya da daha büyük bir acıya şahit olmak, yüreğimi sıkıştırıyor.

İnsanın mutlu olması sadece kendiyle ilgili değil kanımca ya da mutlu olmak için sadece kendi hayatında bir şeylerin yolunda gidiyor olması, yeterli değil. En azından bana göre durum böyle… Yoksa şu an mutluluktan uçuyor olmam gerekirdi.

Mutluluk için gereken şey nedir?

Küçük, anlık mutluluklar da var elbette? Belki de “Gülümseten ufak şeyler,” demeliyim onlara.

Hayatımdaki her şey yolunda, evet, insanlar bile şöyle diyor:

“Ne şanslısın, işin var, evin var, araban var, kocan var! Seni seven, destekleyen bir ailen var; daha ne olsun?”

Çok ta zengin sanıyorlar beni.

Garip!

Sandıkları gibi olsun!

Tüm bunlar salt mutluluğum için yeterli olmuyor ki!

Elbette şükrediyorum, hepsi için…

Peki, neden yeterli değil? Şımarık mıyım yoksa? Hayır, değilim!

Sadece fazla duyarlıyım.

Bazen düşünüyorum: “Mesleki bir hastalık mı bu duyarlılığım?” diye… Olabilir mi? Olabilir. Neticede tüm kafa yormalarım, insana dair. Bu tarz bir genelleme yok, bu tarz bir mesleki hastalık adı bilimsel olarak bulunmuyor.

İnsanı, insana, insanla anlatan mesleğimde, ne duyarsız kişilerle karşılaştım ve karşılaşıyorum.

Sanırım bu “duyarlılık” durumum, Yaratan’ımın bana bir lütfu!

Yaratan’ımın bana verdiği bir ceza mı yoksa? Çünkü çoğu zaman hissettiğim bu yönde oluyor.

Genelde ilk kadehte etkiler beni şu, çakır! Sonra dilim dolanmaya başlar hafiften… Tatlı bir gülücük oturur dudaklarıma, büyük kahkahalara hazırlar beni ve çevremdekileri…

Bu sefer durum farklı…

İkinci kadehteyim ama ne bir tebessüm var ne de küçücük bir neşe…

Karanfilli, çıtırdayan sigaramın dumanı ve eşsiz kokusu odaya yayılırken aldığım zevkten de eser yok!

Benim mutluluğum, binaların altında kaldı.

Benim mutluluğumu seller aldı.

Şimdi ne yaparsam yapayım, bir yanım eksik.

Tek duygum, çaresizlik!

Tam manasıyla mutlu olabilmem için gereken şeyi biliyorum:

Bu dünyada herkes insan gibi yaşayabilmeli, çocuklar çocuk gibi, hayvanlar doğalarının gerektirdiği gibi… Herkese, doğuştan hakkı olan bir yaşam alanı verilmeli; kadınların insan sayıldığı bir dünya… Her ırkın ve cinsin eşit görüldüğü bir dünya… Belki, tüm devletlerin adları silinmeli ve sınırları kaldırılmalı; herkesin vatanının adı “Dünya” olmalı. “Dünyalı”yım demeli herkes sadece… Hiçbir şey kirlenmemeli başka bir insanın ellerinde…

Şimdiki kaotik dünyanın yükü hafiflediğinde tekrar mutlu olacağım.

Şimdi, başımdaki ağrı, kalbimdeki sızı ile hüznümü alıp yatağıma uzanacağım.

 

“İçelim güzelleşelim” dedik,

İçtik lakin güzelleşemedik!

Karanlık günlerin birinde, aydınlığa hasret çekerken…

 

 

 

 

 

 

 

reklam

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.

İlginizi çekebilir

YA BABAM TRENİ KAÇIRIRSA!

YA BABAM TRENİ KAÇIRIRSA!

Özgün Haber Reklam Alanı
Özgün Haber Reklam Alanı
Tema Tasarım | AnatoliaWeb