GÜNAYDIN DÜNYA İYİ GECELER SEVGİLİM
Belki de bana iyi gelecek olan tek şey…
En kabullenemeyeceğimizi düşündüğümüz şeylere dahi öyle alışıyoruz ki zaman geçerken fark etmiyoruz bile… Günün birinde bir bakıyoruz, kendimiz olmaktan çıkıvermişiz çoktan… Belki de sebebi, her şeye alışabilen kendimize bir türlü alışamamamızdır, kim bilir!
Karar verdim ve: “Bundan böyle tek alışkanlığım “BEN” olacağım.” dedim ben bana…
Mutsuzluğumuzun kaynağı nedir?
Neden bu kadar yatkınız hüzne?
Hatta kimimiz uzunca bir süre yaşadığı mutsuzluk durumuna kopamayacak derecede alışmış ve ufacık bir mutluluk anında araz çıkartmaktan kendini alamıyor. Acıya tutunmayı yaşamak sanıyor, kendi gülümsemesi olmayan solgun yüzünden farklı, neşeyle pembeleşen nur kaplı bir başka yüzdeki kahkaha ise kulaklarını tırmalıyor. Kendi değerini bilemiyor, sahip olduklarının değerini bilemiyor; başkalarının sahip olduğu her şey gözüne batıyor, diline yapışıyor. Bir diğer insanla olan derdi bitmek bilmiyor.
İnsan başkaları üzerine kafa yorduğu kadar kendi gerçekliği ve hayatı üzerine kafa yorsa keşke… Ama olmuyor.
Bir insanı ne mutlu eder?
Başka insanları bilmem, beni mutlu eden pek çok şey var. Bence mutluluk tamamen kişinin bakış açısıyla ilgili…
Severek ve kendi isteğiyle evlilik yaşayan her kim varsa iyi bilir ki bu karar alındıktan sonraki süreç tam bir felakete dönüşür mesela… Hele düğün günü kâbus görüyormuş gibi hissedersin, bir de üstüne dayak yemiş gibisindir. Oysa o, en güzel gündür ve asla sorunsuz geçmez. Ayrılmaya bile karar verebiliyor insanlar…
Niye?
Niye insan en mutlu olması gereken bir günde stres yaşayıp kavga eder, kaygı ve memnuniyetsizlik duyup gözyaşı döker? O dans pistinde kurtlar dökülene değin epey karışıktır işler ve bir parça pastanın damaktaki tatlı dokusuyla ancak neşelenebilir kişi. O da belki… Damadın gözü, onu başka bir kadına kaptırıp ömür boyu kaybetmişcesine ağlayan annesine takılı kalır. Kayınvalideler niye pek sevmez gelinini? Gelinin gözü ise hem hayatını birleştirdiği adamın annesinde hem kendi annesinde ve babasındadır. Bir yandan ailesinin bakışlarındaki “Artık kocana emanet ettim seni” ifadelerine içerlenir bir yandan da sulu gözlü kayınvalidesinin tacizi altındadır.
Bir araba ya da ev satın almak da idealize edilen mutluluk anlarındandır. Mezun olmak, bir işe girmek, işinde takdir görmek, bebek sahibi olmak… Çocuğu olan insanlar o büyük mutluluklarını unutup ne sıkıntılar yaşarlar ne bitmez bir çile olarak tarif ederler çocuklu bir hayatı… “Şu anki aklım olsa doğurmazdım” veya “… doğurtmazdım,” derler. Hele bunu çocuk sahibi olmak için senelerce çırpınan ama bir türlü bu emeline kavuşamayan bir çifte söylemeleri ne acıdır. Bazen bunu art niyetsiz ve şuursuzca, empati kurma zahmetine bile girmeden söylediklerini bazen de altında yatan gizli bir üstünlük duygusuyla ve gururla söylediklerini düşünürüm. Bana göre ikisi de uygunsuz.
Sahip olduklarımıza şükretmeliyiz. Eşle, işle, çocukla, malla mülkle hava atılmaz. Onlar bizim değerlilerimizdir ve değerlerimizdir. Bir bakarsın eş aldatır, iş batar, çocuk “Allah muhafaza” ya vefasız çıkar ya dünyadan göçer, mal mülk bir kıvılcım çıkmasına bakar, yanar kül olur. Sahibi olduğumuz şeylerin en önemlisi bu dünyada kalacak olanlar değildir. Kendimizle geldik, canlı, çıplak ve aciz; kendimizle gideceğiz cansız, çıplak ve aciz…
Başlangıç ve son arasındayız. Hayatımızdaki en büyük bilinmezi, kendimizi eğitmeliyiz. Alışkanlığımız doğduğumuz, büyüdüğümüz koşullar neticesinde edindiklerimiz ya da kendiliğinden karakterimize yapışan şeylerdir.
Ben ne kadar benim?
Değerimin başka insanların değer yargıları üzerinden belirlenmesini önemserken niçin düşünmüyorum: “Ben’in bana biçtiği değer ne?” diye…
Yaşım ilerledikçe daha net görmeye başladım, insanlar beni kendilerinden daha iyi, daha güzel, daha varlıklı, daha becerikli, daha …, daha … ve daha … görmeye başladıklarında, bana kendimi değersiz hissettirmek için ellerinden geleni yapmışlar. Kendi değersizlik ya da yoksunluk hislerini benim üzerimden gidermeye çalışmışlar. Çok şükür ki benim benimle aram iyidir ve kendimi yargılamayı ya da takdir etmeyi herkesten önce ben bana yaparım ve kendi kendimi şaşırtmayı hâlâ beceriyorum çünkü her geçen gün tüm yaşanmışlığımla ve hayalini kurduklarımla kendimi keşif yolculuğuma devam etmekteyim.
Kör olabilirim, kanser olabilirim, topal olabilirim, sağır olabilirim, kimsesiz kalabilirim bir gün; hayatın kime ne getireceği belli değil… “Ben” e inancımı ve sevgimi yitirdiğim an yani bir sebeple kendimi kendim görmezden geldiğim an, asıl o an biterim.
O sebeple “İyi geceler sevgilim,” dediğim her gecenin sabahında gözümü açabiliyorsam, gülümserim hayata ve derim ki: “Günaydın dünya!”
Belki de bana iyi gelecek olan tek şey “Ben”im ve keşke “Sen” de olsan…
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi