“BAHAR” Ölüm Dediğin…
Bahar gitmelerin mevsimi derler, doğa uyanırken, kasvetli havaların örtüsü üzerimizden yavaş yavaş kalkarken, gitmeye niyetlendiklerimiz sadece huzura kavuşturanlar olsun hepimiz için…
İçimden melankolik şeyler yazmak gelse de; ağaçları gelinlik gibi örten çiçekler, soğanlarından bende varım diyerek yeryüzü ile buluşan laleler, kısa süre bizimle kalsalar da muhteşem erguvanlar, insanın içindeki yaşama sevincini hadi sen de uyan diye harekete geçiriyorlar.
Hele de bunun üzerine yaşadığımız demokrasi şenliği ile çifte mutluluk yaşattı kendi adıma.
İçinde bulunduğumuz ülke sorunlarına ne kadar deva olur bilemem, bana iyi gelen kısmı, suratı asık, azarlayan, hakir gören, geldiği yeri unutan siyasiler yerine sevincini halkla iç i içe yöresine göre, Sepetçioğlu, Çökertme, Erik Dalı oynayarak kutlayanlar ve onlara umutla, yüzünde gülümseme ile eşlik edenlerdi. Temennim ise oturduğu koltuklara sevindiklerimiz utandırmasın bizi demeden de geçemedim.
***
Cezmi Ersöz’ün bir kitabında biz yolda yürürken doyasıya sevgilimizin elini tutamadık, yanımızdan geçenlerin duygularını düşünmekten, gibi bir şey geçerdi, ben alıp çoğalttım bunu, kimin yanında nesi yoksa ben de varsa imtina ettim. Bunu yoksunluklarım artınca daha iyi anladım.
Hani sosyal medyada bir iki cümle yazılır, fonda duygu yüklü bir müzik varsa gözlerimizi doldurur ya; bayram gibi günler de, yoksunluklarımızı, hani eskiden halı silkelerken kullandığımız herkese göre adı değişik benim patpat dediğim o ilginç aletle halıya vurur gibi silkeler beni…
Eli öpüleceklerinizin yokluğunu çekiyorsanız, ondan eser kalmamış bir toprak parçasına yüzünüzü sürmek istersiniz, o anda ‘Eşkıya’ filmindeki Şener Şen-Uğur Yücel’in çokça tasavvuf içeren muhteşem repliği gelir aklınıza,
“Korkma sadece toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, çiçeğin özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak belki o arı ben olacam.”
O toprağın başında senin geldiğini anladığına dair bir arı bir kelebek arayacaksın üzgün ruhuna bir damla serpsin diye…
Ruh bedenden ayrıldıktan sonra ölümün soğukluğunu, ölen kişi sevdiğinizse ondan korkulmayacağını ilk büyük kaybım dedemde anladım, genç yaşıma rağmen sabaha kadar başında beklemiştim vedalaşmak için.
Ya annem bizim için bin bir fedakârlıkla hayatı sırtlanmış, arkamızda dağ gibi durmuş, vedalaşalı 16 sene olmuş annem, hala bir kitap, defter arasında izini aradığım, saçlarında boya yoktu, dişleri kendi dişleriydi, çok gençti annem erkenden bıraktı bizi demekten ne zaman vazgeçeceğim?
Ya da beklemediğimiz bir zamanda hayır olsun diye açtığımız telefondan sırtımı yasladığım son kalem dayımı kaybettiğimiz haberini alınca, kimseyi rahatsız etmemek için yüzüme yastık kapatarak ağlamanın kabullenişi ne zaman gelir yüreğime?
Teslimiyet ne zor gelir bana?
Bir cenaze haberi alınca, benzer sorular sorulur, yeteri kadar yaşamış mı öğrenmek için yaşını sorarız, yorum yapmak için neden öldüğünü, oysaki cenaze arabası için adresten, hastane görevlisi için bilmem kaç numaralı ceset, imam için mevtasınızdır artık. Oysa sevdiğiniz bir parçanızı da alıp götürerek gitmiştir hayatınızdan…
Kimsenin mahremiyetine girmek istemem, acı acıyla tartılmaz, öyle dayanması zor örnekleri var ki,
Evladını kaybeden annenin teslimiyeti nasıl kazanılır?
Eşinin ölümü ile kendinden vazgeçip evlatlara adanmış hayat nasıl bir fedakârlıktır?
Hangi yaşta olursan ol, öksüz, yetim kalmanın ağırlığı nasıl taşınır?
Ölüme Mevlana gibi vuslat demek için hangi sınavlardan geçmemiz gerekir?
Ya da ölüm Allah’ın emri ayrılık olmasa diyerek acısının sırasını değiştiren ezgilere söz olmuş anonim dizeler ne anlatır bize?
Kaynağı farklı kişiler gösterilmiş “Ölüm dediğin nedir ki gülüm, ben senin için yaşamayı göze almışım” diyen yüreğin kolayını seçmesi mi?
Ya da hep merak ederim, kendi iradesiyle hayattan kopmayı seçenler, veda yöntemine göre aradaki kısa anda pişman olurlar mı? Ölmeyi tercih ettikleri için.
Ya da benim için hep doktrin olmuş “Bir Çift Yürek” kitabında, “Hiç kimse işe yaramayacak kadar yaşlanmaz” diyerek bilgelikle sonu kabul edip, bazen gömülmeden, bazen derine gömülmeden, onlara ömürleri boyunca nimet sağlamış hayvanlara borçlarını ödeyeceklerini düşünerek hayatla vedalaşanlara ne demeli?
Orijinal dizilerle bizi alt yazılı olarak tanıştıran, yarı Türkçe yarı İngilizce okuduğumuz bir kanal vardı, CNBC-e, Six Feet Under dizisi, kişi hayata ne şekilde veda ederse etsin, tabutu seçiliyor, ikramlar, anmaya katılacaklar, meslek ise Cenaze Makyajcısı, en güzel kıyafetleri giydirilip, tahribatlar gizlenip, onun en güzel haliyle hatırlanması için yoğun çaba, kokteyl eşliğinde, konuşmacının ölen kişi ile ilgili anılarını anlatması. Nasıl bu kadar sakin, nasıl bu kadar kolay ediliş içeren cenaze töreni?
Bazen neden olmasın dedirten bir üniversitenin kadavrası olmayı seçen, ölünce organlarını bağışlayıp başkalarına umut olanlara ne demeli?
İnancını göre sevdiğinin küllerini evindeki kavanozda saklayan, belki onunla konuşanlara ne demeli?
Ya da o, seyredince bu hakkı isteyenler hak verdirten İspanyol yapımı film “İçimdeki Deniz” kendi bilinci ile Ötenazi hakkı isteyenlere ne demeli?
Minicik bir kız çocuğunu çıktıkları kamptan kaçırıp, zarar vererek öldüren bir caniyi affetme yolculuğunda bir babanın “Baraka” filmindeki teslimiyeti!
Seçtiğimiz vedalar, seçemediğimiz vedalar… Hangisi daha zor bilemedim.
***
Hala evinizde kavrulan soğan kokusu varsa; mutfak tezgâhında üzerine şerbet dökülecek tatlınız duruyorsa, uyandığınız bayram sabahında eli öpülecekleriniz varsa ne mutlu size…
***
Okurken benimle duygulandığınızı hissettiğim, üzdüysem helallik almak istediğim yazımı Reinhold Nieburh’un “Sükunet Duası” ile sonlandırmak isterim.
“Tanrım değiştiremeyeceğim şeyleri sükunetle kabul etme lütfunu bahşet,
Değiştirmem gereken şeyleri değiştirmek için cesaret ve ikisi arasında ayrımı yapabilmek için bilgelik ver…
Kalın Sağlıcakla…
Ali Hocam da neyi nasıl düşünmüş olacak ki; bugünkü program diye bir şiir yazmış, sadece o günü geleceği de yazmış, ne kadar üşense de birçok şeye, içinde bilge bir sohbet, onun ilgisini çekecek ne varsa son günlerine kadar içindeydi her şeyin, okuyup hayran kaldıklarını eklemiş programına sanki hiç ölmemişler gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi…
BUGÜNKÜ PROGRAM
Gel konuşalım bugünü
Önce gidelim Rodin’in sergisine Emirgan’da
Ve sonra çıkalım Beyoğlu Çiçek pasajına
Bir kadehte Bedri Rahmi için içelim
Çağıralım gelsin kemancıyı
Çalsın Ata’mın sevdiği havaları
Ve arkasından
Sarı Zeybeği, Diz Çökerten Efeleri
Haftaya kalsın Hayyam’dan Rubailer
Baş başa kalacağımız günlerin sohbetine
Çok günlerimiz olacak
Evimize gelen dostlarımızla Pir Sultan geceleri için
Biter mi Koca Mahsuni
Pir Sultanla beraber
Veysel’in dostluk yolculuğunda.
Ve Neşet
Hep ilk aşkı, ilk bakışı ve
İlk yanışı tattırdı
Sevgililere Kerem misali.
Son söz hep Mahsuni ile biterdi
“Yara yandım, ben cehennemde yanamam”
Der de;
Seninle cennetim olur o yandığımızı sandıkları cehennem.
Ali Ünal
Aralık/2017
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi