BEN NEDEN HÂLÂ DELİRMEDİM?
“Ahlâka boyun eğme, bir hükümdara boyun eğme gibi kölece ya da mağrur ya da çıkarcı ya da teslimiyetçi ya da budala bir heyecan ya da düşüncesizlik ya da umutsuzluk eylemi biçiminde olabilir.”
Friedrich Nietzsche – Tan Kızıllığı
Günleri saymadım, saymam kolay; isterseniz geriye dönüp sayıp size söyleyebilirim. Kaç gün olduğunun da bir önemi yok, ama bu sürenin her geçen gün artış gösterdiğini belirtmeliyim; beni endişelendiren tam da bu.
Bir olaya, kötü, kabul edilemez, şiddet ya da haksızlık içeren bir olaya şahitliğim neticesinde, içsel yıkımlarımın derecesi günden güne yükseliyor. Kendimi – içimi acıtan, vicdanımı zorlayan, çaresiz bırakan – o olayın etkisinden arındırmam gittikçe zorlaşıyor. Büyük çabalarla iyileştiriyorum kendimi. Bir bakıyorum; hayat akıyor, bir güç geliyor ve devam ediyorum, hiçbir şey olmamış gibi. Hiçbir şey olmamış gibi devam etme gücü! Yoksa bu, asıl güçsüzlük mü? Tam olarak bilemiyorum, gerçekten hangisi; güç mü, güçsüzlük mü hiçbir şey olmamış gibi devam etmek!
Bu dünyanın zayıflar için olmadığını biliyorum, hassas ruhlar için de ideal bir yer değil burası. Zayıf görünsem de – çeşitli sınıflamalar yüzünden ve en mühimi cinsiyet yönünden – zayıf değilim. Bunu kendime ve çevremdeki herkese defalarca kanıtladım. Fevkalade duyarlı, bu duyarlılığın sonucunda fevkaladenin ötesinde bir hassasiyet taşıyan ruhum ise beni endişelere gark ediyor. Hassas, incelikli bir ruh “zayıf “ olarak değerlendirilmez mi çoğu zaman? Peki, hem bu kadar hassas hem de bir o kadar güçlü olabilir mi insanın ruhu?
“Ben hâlâ neden delirmedim?” diye soruyorum kendime, sanırım; bu hassaslık beni tamamen yiyip bitirmek yerine, ruhumun en büyük gücüne dönüşüyor. Nasıl mı, bilmiyorum. Belki iyilikten yana umudumu korumaktan vazgeçmediğim içindir, yoksa Nietzsche gibi delirmez miydim ben de?
“Friedrich Nietzsche, 3 Ocak 1889’da Torino’da, Via Carlo Alberto’daki 6 numaralı kapıdan sokağa adımını atar. Belki yürüyüş yapmak belki de postâneden mektuplarını almaktır amacı. Kendisine uzak olmayan ya da fazlasıyla uzakta bir fayton sürücüsü, inatçı atına söz dinletemiyordur. Faytoncunun bütün baskılarına rağmen, hareket etmeyi reddediyordur at. Sonra, ismi muhtemelen Giuseppe Carlo Ettore olan faytoncunun sabrı taşar ve kırbacını eline alıp atı öldüresiye kırbaçlamaya başlar. Nietzsche, orada biriken kalabalığın arasına dalar ve birden atın önüne atlayarak öfkeden köpürmüş faytoncunun acımasız eylemini sona erdirir. Kollarını atın boynuna dolayıp hıçkırarak ağlamaya başlar ve baygınlık geçirir. Olaya şâhit olan diğerleri, Nietzsche’yi evine bırakırlar. İki gün boyunca bir divanda hareketsiz ve sessizce dinlenir Nietzsche. Tâ ki son sözlerini mırıldanıncaya dek:
“Mutter, ich bin dumm!” (Anne, ne aptalım!)
Ve hayâtının kalan son on yılını, uysal ve delirmiş bir şekilde annesinin ve kız kardeşlerinin himâyesi altında geçirir. Atın âkıbeti hakkında ise hiçbir şey bilmiyoruz.”
Bela Tarr’ın kült filmi Torino Atı’nın giriş sahnesinden.
Ya siz, neden hâlâ delirmediniz?
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi