ASLINDA, SANKİ, OYSAKİ…
Bir ön yargıyı yok etmek, atomu parçalamaktan daha zordur.
Albert Einstein
Roman okuma alışkanlığım olmasa da, roman türüne hayranlığım çok fazla. Ne okudun roman olarak derseniz, Türkan Hocamın kitap analizi için tavsiye ettiği, yazarı Orhan Pamuk’a ön yargılarım, eleştirilerim olsa da Cevdet Bey ve Oğulları’dır derim. Neredeyse yan karakterlerle 40’tan fazla karakter, mekânlar, konular, sosyal yapı, ekonomi konularında ilk sayfadan son sayfaya kadar birbirinden kopmayan hayran olunası bir bütünlük, sayfa sayısı fazla olmasına rağmen son kapak kapatılınca iyi ki dediğim bir roman.
***
Girişi ön yargıdan yapmak istedim, tanımı psikolojik, kendime indirgersem sanki biraz matematik barındırıyor. İçimizdeki kavram neye eşitse, karşısındaki kişiden, olaydan, durumdan aynısını beklemek yüzeysel olarak.
Kimi zaman etikle karışır, kimi zaman seküler dayatması, kimi zamanda stereotip gibi kalıp yargıyla çıkabilir karşımıza.
İnsana zarar bir duygu özünde, şimdi ister istemez kendi ön yargılarımdan bazıları geliyor aklıma. Mesela 30 sene öncesinden Bakırköy Postanesinde yanından geçerken korktuğumuz kendi kendine konuşan bir meczup geldi aklıma, hikayesi nedir bilmem, çok okuduğu, birden fazla üniversite bitirdiği söylenen meczup, belki görüntüsünün altında, nice akıl almaz soruların cevabı ondayken, 100 milyar nöron, 1500 gram beynine yenilmiş bir meczup yetmez mi ön yargı kırmaya.
Daha güzel örneği de var elimde, lisenin ilk günü, etrafımda tanıdık birini ararken, ortaokulu da aynı okulda okuduğumuz, bir merhabamız olmamış, bu ne kadar havalı dediğim sarışın arkadaş, o gün yalnızlıktan yan yana oturduğumuz Nihal’imin 35 yıldır tüm farklılıklarımız ve tüm aynılıklarımıza rağmen birbirimizin hayatlarına şahitliğimiz, yarenliğimiz ön yargı kırıcı değil mi?
Eğer ders alabilirsek ön yargılarımız sözümüze, yazımıza konu olduysa hepimizde bolca örneği vardır. Doğruyu görebilirsek negatifi pozitife dönüştürürsek ne mutlu…
***
Bazen Ali Hocamın yazısını yazarken, hocam bitiş biraz ortada kalmış, bir paragraf ile sonuç mu yapsak dediğimde, iyi düşündün der bir değil beş paragraf eklerdi, benimki de biraz öyle oldu.
***
Haberlerde bir sokak röportajında ön yargı gösterebileceğim birine mikrofon uzatıldı, son günlerde muzdarip olduğumuz konu ekonomi olduğu için, herkesten benzer cevapları bekliyorum, sonradan akademisyen olduğunu öğrendiğim kişi, önceden hazırlanmış gibi 5 saniyede konuya giriş yapıp, iktisat düzelir, daha önemli sorunumuz ‘sosyal çürüme’ dedi. Konu ilgimi çekince kendisinin detaylı röportajını da okudum, katıldığım ve katılmadığım yerler oldu.
Ne kazandığıma gelince, çürümenin son değil, dönüşüm olduğunu, tek tip değil farklı seslerin bir araya gelmesinin çürümeyi dinamik hale getireceğini öğrendim.
Siyasi görüşüm sebebi ile proletarya kelimesini sık kullanırdım ama bunu araştırırken karşıma bilmediğim bir kelime çıktı ‘prekarya’ kelime anlamı ‘herhangi bir mesleki gelişme hissi olmaksızın performans odaklı hayat tarzlarıyla bağlantı halinde olmaktır’. Aslında mavi ve beyaz yakayı negatif eğimle orta noktada buluşturan ve maalesef yüzdesel olarak azımsanmayacak oranda olan yaşam biçimimize denk geliyor.
Çürümeyi de farklı zümrelere sorsan, tamamen farklı cevaplar alırız, bir yaşlıya sorsan, otobüste gencin yer vermemesini söyler, öğretmene sorsan öğrencisinden hak ettiği saygıyı görmediğini söyler, anneye sorsan nesil değişti biz annemize böyle yapmazdık der, liste uzayıp gider.
Gözlemlediğim bir şey var ki; gelen nesil, ilk girdiği işyerinden emekli olarak ayrılacak nesil değil. Zora gelmemekten mi, sabır bilmemekten mi, beklentileri yüksek olmasından mı bilemem, tek başına ayrı işlenecek bir konu.
***
Pide çok güzel kokuyor ama alamıyorum diyen teyze, çocuklarıma mahkûm oldum diyen amca, sosyal hayatı neredeyse kuyrukta sıra beklemek olan emekliler için ekonomiyi birinci sıraya koysam da, eğitimi ikinci sıraya koyarım ben de.
Yerel seçimlerin yaklaştığı günlerde siyasi partiler tarafından vaatler yarıştırılırken, çoğunlukla ekonomik vaatlerin olması içime dokunuyor, bir tarafta arabasının anahtarına şiir yazanlar varken, bir tarafta bu ekonomik vaatlere ihtiyaç olması daha da içime dokunuyor.
Geldiğimiz noktada okuyacağımız bir kitabı almak bile düşündürürken, umutsuz yaşanmıyor; umalım ki, gelen günlerimiz bugünlerden daha eşit, daha adil, daha yaşanılası olsun.
***
Mart ayına bakınca, neredeyse her günü özel gün ile dolu, en önemlileri, anması kutlanmaya evrilmiş Kadınlar Günü, İstiklal Marşımızın Kabulü, hakları ödenmeyen, kimi zaman git kimi zaman kal dediğimiz sağlık çalışanları için Tıp Bayramı, “Çanakkale Geçilmez” dememize sebep Çanakkale Zaferi, Şehitler Günü, Yaşlılar Haftası, Dünya Tiyatrolar Günü…
Kendi özelime girersem artık aramızda olmayan iki kıymetli hocamın doğum günleri.
Martlardan birinin 12’sinde doğmuşum diyordu kendini tanıtım yazısında… Duygusal bir şeyler paylaşınca; gözüme toz kaçtı derdi hep, anılarımda yeri büyük, unutulmaz keyifli günler geçirdiğimiz, keşkeler bırakıp giden kıymetli Sinan Akbaşak Hocam.
Diğeri 11 Mart, seninle olmak okyanusta yüzmek gibiydi, ağzından dökülenleri toplasam yeter bana dediğim, yokluğunu fazlasıyla hissettiğim Ali Hocam.
Işıklar içinde uyuyun…
Ali Hocamın şiir defteri elimde, özenle sayfalarını karıştırdım ve bu şiiri paylaşmak istedim sizinle.
BEKLEYİŞ
Neye dokunsa ellerin kokun geçerdi
El vurduğun her şeyde, sen kokardın püfür püfür
Mavi, hiç eksik olmazdı imgelerimde
Gitmezdi ki bana bakan mavi gözlerinin ışıltısı
Ellerinle su içirdiğin aşk çeşmelerimiz
Bir ay ışığında üstünde oturduğumuz taştan sebiller
Üzerinde el falıma baktığın tahta köprü
Cennetine götüren Sırat köprümdü…
Bazı yaz akşamlarında uzaktan, cop kuşlarının sesleri
Üzerine yattığımız çimenlerden cırcır böcekleri
Neyi anlatırlardı o günlerde durup dinlenmeden?..
Biz uzaklaşırsak onlarda susardı çoğu kez
Sanki bize olurdu bu gösterileri
O, görüp tanımadığımız canlıların.
Bir daha olsa diyorum
Şal yapıp omzuna attığım bulutlar
Ve serin ay ışıklı yaz akşamları
Hadi gel öyleyse !..
Biz bekliyoruz tekmil ayakta seni…
15 Ekim 2017
Dereseki
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi