TAN TA TAN TA TA TA TAN
İnsan umutsuz bir hastalığı yenebilir mi?
Peki ya dostluğu umutsuz bir hal alırsa?
Umut her zaman içindedir insanın. En aşılması zor görünen durumlarda bile.
Henüz âşık olmamış biri aşkın acısını bilmez, tıpkı tarifi epey imkânsız olan heyecan dolu aşırı mutluluk kısmını bilmediği gibi. Yüreğin yerinden çıkmış da tüm vücudunda dolaşır gibidir âşıksan. Yanakların pembedir çok koyu tene sahip olsan bile.
Kalbinin atışı; gözlerin birbirine değdiği noktada, ellerin tutuştuğu parmak uçlarında, avuçlarda ve hatta bileklerle kollarda ve ah, o ilk değişinde dudakların, saç köklerinde bile büyük bir gümbürtüyle duyulur! İnsanın korkası gelir bu içmeden sarhoş eden duygudan.
Aşkın acısı ise, terk eden sen olsan bile, fena vurur aynı kalbi. Yine dolaşmaktadır deli yürek bedende fakat sanki bu sefer, çıkıp gitmek için bir yol aramaktadır. Ölmek ister insan. Hiç böylesine şiddetli bir ıstırap çekmemiştir şimdiye kadar.
İşte bu aşılması zor görünen bir durumdur.
Umudun kırıntısı dahi yoktur.
O yoksunlukla yok olmaya duyulan arzunun çekingen kanadında sağa sola savrulursun, sanırsın yolun sonudur.
Sonra?
Bir bakarsın ölmeyip yeniden ve yeniden benzer duygularla âşık olmuş ve “Bu sefer başka, daha önce hiç âşık olmamışım meğer! “sözleri eşliğinde yeniden ‘öleceğim’ duygusuyla yaşamaya devam edersin en taze ayrılıkla.
Elbette aklıselim biri aşk yüzünden ne ölür ne de öldürür. Üstüne bir iki kez daha âşık olur ve hayatının aşkıyla aşkının hayatını birleştiriverir bir gün… Çoluk çocuk torba…
Umutsuzluk anları bitmez hayatta.
En sevdiğin birinin öte dünyaya çıktığı yolculukla bir kez daha dibe vurursun. Bu gerçek yoksunlukla ilk karşılaşmadır çünkü bu dünyada bir daha asla görüşemeyeceğiniz düşüncesi, umutsuzluğun değil sadece, karanlığın da işaretidir.
İşte aşılması zor görünen bir durum daha…
Zaman her şeyin ilacıdır oysa.
Güzel anılarına tutunursun. Acı tatlı bir gülümsemeyle kâh bir fotoğrafıyla kâh bıraktığı yadigarıyla kâh gözünde canlandırmayla yaşatmayı öğrenirsin öleni, ölüp de gideni, gidip de gelmeyeni. Ve ne hikmetse cennette olduğu fikriyle daha az anmaya başlarsın adını, acısı hiç geçmese de, zaman zaman depreşse de.
Hayat böyledir. İnsan her şeye uyum sağlama gücüne sahiptir.
Aile içi zorluklar, iş yaşantısındaki buhranlar aşılamayacaklar listesindedir. Etkileri aşk acısı ve ölüm olgusunun yaşattığı tükenmişlik hissine yakın duyguları yaşatır insana. Bunların hepsi er ya da geç aşılır ve yola devam ederiz.
Ve bir gün…
Hiç umulmadık bir anda.
Ya ölümcül bir hastalığın pençesinde olduğunuzu öğrenseniz ne olur?
Umutsuz bir hastalığı yenebilir misiniz umutla?
Nasıl umutlanabilir peki böylesi ürkütücü, beklenmedik bir haberle kişi? Asıl korkusu nedir? Sadece ölmek mi? Ölünce nereye gideceğini bilememek mi? Hastalığının vereceği acının, yaşanması muhtemel o korkunç sürecin mi? “Daha istediğim her şeyi yapamadım” duygusuyla yarım kalmışlık hissi mi? Eskisi gibi olmayacak bedeninin utancı mı, üzüntüsü mü?
“Neden ben Tanrı’m?” sorusuyla o ana kadar yaşadığı tüm aşılması zor durumlar ne de hafif gelir kim bilir!
Eğer kendini, eğer ailesini, eğer arkadaşlarını ve hayatı seviyorsa insan; sevdiklerinin sevgisiyle, özverili desteğiyle asıl aşılması zor olanı, o en ağır umutsuzluğu yenmek mümkün olabilir mi?
Hayatta bana göre en temel ihtiyacımız sevgidir.
Dünyayı satın alabilecek banknota sahip olanlar, en şöhretli kişiler esas zenginliğin ne para ne de tanınmışlık olduğunu ifade eden özlü sözlerini sıralar bir bir. Neden mi? Çünkü hırslarla dolu yaşantıları sonucunda yapayalnız kaldıklarını hissederler, insani değerlere vakit ayırmamış olmanın pişmanlığını yaşarlar. Vardıkları sonuç tektir: “İnsanın ruhunu besleyen sadece hakikatli bir sevgidir.”
Siz canınızla uğraşırken, gerçek ilgiye ve gerçek sevgiye en ihtiyaç duyduğunuz zamanda biri, yakınınızdaki biri size maddi – manevi darbe vuruyorsa ne olur peki?
Dost dediğimiz insanların gerçek yüzlerinin bizim karanlık zamanlarımızda ortaya çıkması iyi midir, kötü mü? Açıkçası ne iyidir ne kötü sadece birlikte paylaşılan onca andan sonra yakışık almayan bir acımasızlık ve vicdansızlıktır.
Sevgisini dünyevi şeylere bağlayan, çıkarı ve egosunu üste koyan, iyi gününüzde dibinizden ayrılmayan, sizi zor zamanlarınızda daha da zora sokan bir insanın dostluk yalanı gözünüzü açar.
Değmeyecek insanlara fazla değer verdiğinizde, verdiğiniz bu değerle kendilerini değersiz hissettiklerini görürsünüz. Sevginizi nefrete dönüştürür insan kendi değersizlik bilinciyle. Hiç görmemiştir ki böylesi bir sevgiyi daha önce. Kim inanmıştır ona koşulsuz?
Sizi üzen ve sömüren bu insanlar en umutsuz hastalıklardan daha umutsuz vakalardır. Dostluk yok diyenler belki de dost olmayı bilmeyenlerdir.
İnsan umutsuz bir hastalığı yenebilir mi?
Evet, yenebilir, sevgiyle.
Peki, ya dostluğu umutsuz bir hal alırsa?
Her iki taraf da yenilmiş demektir. Fakat dost kazığı yiyen taraf için bu yenilgi en iyi kazançtır.
Unutmayın ki bu hayatta siz olmazsanız hiçbir şey olmaz.
Son nefese kadar onurlu, vicdanlı, ahlaklı olmayı nasip etsin Yaradan!
Nitekim, mazlumun ahı yerde kalmaz.
Şu kısacık ömrümüzde çok daha değerli şeydir kalplerin birlikteliği maddiyattan.
Tan ta tan ta ta ta tan!
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi