MÜZİK, İNSAN VE SOSYAL YAŞAM
Müzik; insanın doğa ile ilk tanışmasıdır. Nasıl mı? Çocukların doğum sonrası çıkardığı ilk ses, AĞITTIR. Ağıt, insanın olaylar karşısında da; şiddete, korkuya çaresiz kaldığında tepkisidir. Müzik; yalnızlığımızda, üzüntülerimizde, özel eğlence anlarımızda, en çok ihtiyaç duyduğumuz alışkanlıklarımızın başında gelen, sanat dallarımızın ilk sıralarında yerini alır. HER İNSAN, HEYKEL, RESİM yapamaz ama müzik yapar. En azından ıslık çalar ve bir türkü mırıldanır.
***
Antik çağlarda pagan dinlerinde; müzik daha da önemsenmiş olup; bu işleri yönetecek; eğlence ve neşeyi temsil eden MÜZİK TANRI VE TANRIÇALARI var idi. Antik Mısır’da; yaratıcı Tanrı RA’nın kızı “HATTAR” müzik tanrıçasıdır. Aşağı Mısır’da, “BES” müzik-dans, eğlendirici ve çocukların tanrıçasıdır. Antik Yunan da; “SENTİNUS” duygu tanrısı, “ORFE” müzikçi ozan, “RISUS” neşe tanrısı. Görülüyor ki; Antik çağlarda bile; sanata, müziğe, eğlenceye çok önem verilmiş.
Bu günkü yaşadığımız yasaklar olmazken, insanlar, günah ve haram yerine, insanları onurlandıran tanrı ve tanrıçaları seçmişler.
Tek tanrılı dinlerde; tapınak ve kiliselerde ibadete çağrı, çan sesi ile yapılırken; Hz. Muhammed; insan sesini kullanarak (güzel bir ses ve makam) namaza çağrıyı müzikle taçlandırır ki, Osmanlı döneminde ezanlarda; vakitlerine göre; Sabah namazı SABA makamı, Öğle namazı RAST makamı, İkindi Namazı HİCAZ makamı, Akşam Namazı SEGAH makamı, Yatsı namazı UŞŞAK makamı, Cuma selaları da HÜSEYNİ makamı ile okunmaya başlanarak, ezana çağrıya bir duygu ve estetik kazandırılmıştır. Kötü mü olmuş? Aksine çokta güzel olmuştur. Ezanların; minarelerden hoparlörsüz olarak okunduğu dönemlerde, insanlara huzur verdiği, İstanbul’a gelen yabancıların çok etkilendiğini büyüklerimizden duyardık. Şimdilerde ise, hele de mikrofonu sonuna kadar açıp inadına yüksek sesle okunması; o güzel makamların yerine; insanları rahatsız eden, çocukları korkutan sesten başka bir şeye benzemiyor.
***
Demek istediğim; Hz. Muhammed’in ölümünden sonra İslamiyet büyük değişimlere uğrar. Hz. Muhammed’e ve İslam’a karşı olan; Emevi-Vahabi Hanedanlığı; Bedir ve Uhud savaşlarının intikamlarını alırcasına; şeyhler, tarikat liderlerinin görüş ve yorumlarıyla her türlü eğlenceyi, müziği, kendilerine serbest ama halka “haram, günah” ve yapanında cezalandırılması şeriat hükmünü getirmişler. Bu zihniyet; Yavuz Selimin halifeliği getirmesiyle Osmanlıda da uygulamaya girer.
***
Günümüz Diyanet Başkanlığının; “ Ancak cinsel arzuları tahrik eden şarkıları söylemek ve onları dinlemek günahtır.” fetvalarını vermesi; gece geç saatlerde söylenen müzikli programların yasak edilmesinin yolunu açar. Ne var ki; küçük çocuklara tecavüz, kadınların şiddete maruz kalmasına, ses çıkarmayan diyanet ve din görevlilerinin 6-7-8 yaşlarında çocukların da; “evlilik yapabilir” diye, kendini şeyh ve ulema sayan kişilerin beyanlarına tepki göstermediğini görüyoruz. Ülkemizde son yıllarda AHLAK bozulmasına karşı bir çaba sarf ettiğini de göremiyoruz. Zamana uyan ve siyasallaşan bir diyanet ve din adamlarımız…
Müziğin, zaman tünelinde yolculuğunu; bana ayrılan sütunda tam olarak açıklamam imkanların dışında bir çaba olsa gerek. Naçizane betimlemem; bilgi birikimimin özetlemesi olacak ki; özetin özeti; ve de kendi kendimi sansür ederek yazdıklarımın bir kısmı…
***
Müzik bu topraklarda ve Türklerde çok eskilere dayanır. İslam öncesi Türk ayinlerinde Kopuzla çalınan, Semah yapılan dini ayinler. Mevlana ve Cem evlerindeki ayinler(Semahlar) Orta Asya’dan gelen dini ritüellerin bir parçasıdır.
Müzik, sadece eğlence ve dini ritüellerde değil, sağlık alanında da, hastayı tedavi amacıyla; bin yıldan daha öncelerine; Farabi, İbni Sina’ya kadar dayanır ki; “Musiki, ruhun gıdasıdır.” sözü ile de yerini sağlamlaştırır. Edirne Şifahanesinde, ruh hastalarına müzikle tedavi seansı uygulanırdı. “MAKAMLARLA TERAPİ” tatbiki yapılan eylemlerdi.
Farabi’nin anlatımında; Saba makamı; insana güç ve cesaret verir. Bu makamda okunan sabah ezanıyla insanlık yeni güne güçlü ve zinde başlamasını amaçladığını söyler.
Ama sahurda çalınan, hiçbir amaca hizmet etmeyen DAVUL’un faydası hakkında; bilgi verici ne bir yazı okudum ne de duydum. Hele de her evde çalar saat, alarmı kurulan cep telefonları varken; yüksek sesle insanları, sabaha karşı rahatsız etmek neden düşünülmüyor? Yasaklanmıyor?
***
Çağdaş modern dünyanın insanları; sanat ve müzik için büyük yatırımlar; opera binaları, senfoni orkestrası, konservatuarlar açarken; neden sadece İslam ülkeleri; kutsal kitapta olmadığı halde, sadece çölde çadır kültürü ve bedevi geleneğine göre; sanata ve müziğe yasak getirirler? “Dinler toplumun yaşam biçimine göre değil, toplumlar dini kurallara göre yaşamalı” düşüncesi, Ortaçağ karanlık düşüncesidir.
Cumhuriyet ve Atatürk devrimleri; kendi öz müziğini ve dünya klasik müziğini, sanatını halkına sunma şerefini yaşar ki, İdil Biret, Suna Kan ve Fazıl Say gibi; dünya çapında müzisyenler yetiştirmiştir.
***
Aziz Nesin bahane edilerek, 02 Temmuz 1993 yılında, Sivas’ta Pir Sultan Abdal’ı anma şenliklerinde; devletin polisi, jandarması, zabıtalarının gözleri önünde; Cuma namazından çıkan kalabalığın, tekbir sesleri ile; “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” isyanı ve de 33 sanatkarın Madımak Otelinde cayır cayır yanması, Cumhuriyet tarihinin KUBİLAY olayını gölgede bırakmış, irticanın kazandığının miladı olsa gerek.
Böyle bir düzenin devamında da müziğin yasaklanması, insan haklarının yasaklanması anlamına gelmemesi gerek !…
Bu topraklarda; karşıt fikirlerin barış içinde yaşadığı dönemlere az rastlanır. Ne var ki; ormanda ağacı kesen baltanın sapı ağaçtan yapılmıştır. Sizler de şu türküyü söylerken, bana eşlik edin lütfen.
“Sivas ellerinde sazım çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Kâtip ahvalimi yaz ŞAH’a söyle.”
Umuyorum ki temennim, bir daha bu topraklarda; Madımak, Çorum, Maraş ve de Kubilay ayaklanma ve katliamları yaşanmasın…
Yorumlar
Yorumlar (Yorum Yapılmamış)
Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Benzer Yazılar
-
Beykoz’da Zaman Daralıyor, KÖSELER’i Bu kez Zaman Aşımı da Kurtarmayabilir!
-
BENCE ÖLDÜM
-
Kumruların Aşkı
-
KARMA-ŞA
-
MİSAFİRSİN BU DÜNYADA
-
BİZ İYİ İNSANLARDIK!
-
NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
-
Murat Aydın, KÖSELER’den Daha Çok Beykozlu
-
HERKES GİBİ GÖMÜN BENİ!
-
HAYATA DÖN
-
Kim Daha Çok Yalan Söyler? Kadın mı Erkek mi?
-
KÖSELER’in 100 Gün Değerlendirmesi