Yeni adresimiz
Ana Sayfa Yazarlar 15.06.2021 1522 Görüntüleme

SAHNE ANISI

reklam

(Korona Günlerinde Sahneye Özlemle)

Sene: 2012

Oyun: Türkiye Kayası

Rol: Sevginar

Yönetmen: Şükrü Türen

Her zaman beğendiğim, saygı duyduğum, farklı bulduğum klâs bir insan, çalışkan, idealleri olan bir sanatçı. Sıcak ama her zaman belli bir mesafeyle duran! Onunla ilk kez çalışıyorum. Ve bir an panikliyorum. En yoğun, en tepe sahneden başlatıyor çalışmayı.

Sevginar’ın, benim karakterimin intihar sahnesi.

‘Daha öncesini bilmiyorum ki’ diyorum.

‘Bu sahneyi çıkarırsan daha rahat kuracaksın oyununu’ diyor.’

‘Sahte bir şey mi yapmamı istiyorsunuz? Ezberim yok, şiveyi bile beceremiyorum daha!’ diyorum.

‘’Başlayalım. Bu sahneyi çalışırsak benim kafam rahat edecek, seninki de. Bir film çekiyor olsak, bunu yapmayacak mıydık? Texti bir film çekiyormuş gibi çalışacağız.’ diyor.

Bütün oyuncular birbirimize bakıyoruz. Değişik bir çalışma metodu, sahne için bana uymadığını düşünüyorum. Her sözüme, her hareketime müdahale ediyor. Bana güvenmediği için bunu yaptığını düşünüyorum önce. Çünkü o da benimle ilk kez çalışıyor.  Zorlanıyorum. Utanıyorum. Ama

‘Tamam, kızı gördüm, Harika olacak, yakaladın’ diyor.

‘Nerede? Ne zaman? Sevginar, burada mısın?’ Yine yeni bir karakterin peşindeyim… ‘Sevginaa! Elma veeisem çık, amut veisem çıkma!’

 Ah bu şive olmasa rolü çıkarmak ne kolay olurdu. Şive konusunda Nevzat Çankara hariç diğerlerimiz epey zorlandık. Ama azmin elinden ne kurtulabilir ki?

Yine de uzman bir dilbilimciyle çalışmalıydık. Hem tiyatro gerçeğini bilecek, hem dile uzman olarak yaklaşacak biri. Çünkü ben bir şeyi tam layığıyla yapmak isterim. El yordamıyla değil. Role metodik ve bilimsel yaklaşımları olan bir oyuncuyum. Bu konuda Yönetmen Yardımcımız Sevgili Sibel Topaloğlu’na teşekkür ediyorum elbette. Bir göçmen olarak şivemizi tüm bildikleriyle o şekillendirdi. Şivenin melodisini bir türlü yakalayamıyordum, çünkü sadece nasıl telaffuz edileceğini söylüyordu Sibel. Oysa melodisiz telaffuz yeterli olmuyordu. Endişeleri vardı onun da, bir oyuncu olduğu için bana:

‘Eğer repliklerini melodisiyle okursam, beni taklit edersin, ister istemez.’ diyordu.

Hâlbuki ben buna izin verecek bir oyuncu değildim, aslolan melodiyle Sevginar karakterinin sesine, ritmine, nidalarına ulaşmaktı derdim, böylece esas melodiyi yeniden şekillendirebilirdim Sevtap olarak ‘’Sevginarca’’. Ama belki de Sibel daha çok çabalamam, kolaya kaçmamam, rolüme daha da bir yoğunlaşmam için vermemişti melodiyi. Çünkü bir yönetmen yardımcısı da yönetmenin sahip olduğu öngörüye sahip değil midir?

Provaların ilerleyen sürecinde ekibe katılan suflörümüz Abdullah Topal’ın bize sufleyi şiveyle vermesi de bizi hızlandırdı. Ona da teşekkürü bir borç bilirim.

Uzun zamandan sonra harisliklerin olmadığı, paylaşımla birbirimize yaklaştığımız, fikirlerimizi özgürce söylediğimiz bir çalışma yapmaktan son derece memnunum. Kafam ve kalbim ağırlaşıp sıkışmıyor. Rol arkadaşlarımla güzel bir kulis arkası ilişkimiz var. Ne muhteşem bir kadro!

Şükrü Türen ile Yönetmen – Oyuncu ilişkimiz için başta, bana güvenmediğini düşünsem de, bunun böyle olmadığını kısa bir sürede gördüm. Rolü, üzerime açarak nazikçe tuttu, mantomu giyer gibi giydim ben de. Üzerime yerleşmesi için, biraz düzelttim, silkeledim, ceplerini karıştırdım, iç kısmında gizli bir cep daha buldum, düğmelerini kâh açtım kâh kapadım, astarını çekiştirdim, hafifçe yakasıyla oynadım ve hazırdım. Önerdiğim pek çok şeye yönetmen kaprisi yapmadan yaklaşması her sahnede beni yüreklendirdi. Sadece tek üzüntüm gerçek olmasına ikna edemediğim ‘tokat sahnesi’dir. Sahne üstünde gerçekliğe inanırım. Ama ne o, ne de Nevzat Bey bana kıyamayacaklarını söylediler. Bir oyuncu olarak biliriz ki son söz yönetmenindir. Onunla çalışmaktan onur duydum.

Hikmet Körmükçü ile aynı sahneyi paylaşmak, ana-kız oynamak kaç oyuncuya nasip olur? Beni güzel sözleriyle onurlandırırken ki samimiyetine layık olmaya çalışmak boynumun borcu değil mi ki?

Nevzat Çankara’yla baba-kızın ninni sahnesinde yüreğimizin birbirine aktığını hissederek samimiyetle gerçek gözyaşları dökmek, bizi sahne altında da gerçek baba- kıza böylesine ne vakit dönüştürebilirdi ki?

Selim Can Yalçın’ ı tüm o çılgın enerjisiyle insan olarak anlamaya çalışmak, nihayet onun beni kardeş sıcaklığıyla kucaklamasını hissetmek en büyük kazanımlarımdan biri nasıl olabilirdi ki?

Daha önceleri sorunlar yaşamış olduğumuz Kubilay Penbeklioğlu’ yla ilk kez gerçek bir yaratım sürecini paylaşmak, fikir alış verişlerimizle çoğalmak, samimiyetle rollerimizin şekillendirilmesi için birbirimize destek olmak mümkün olabilir miydi?

Ve Hakan Yavaş’la sanırım daha yollarımız kesişecek ve daha verimli bir meslektaş ilişkisi kurulacak aramızda. Bunu şimdiden hissetmek bir oyuncu için harikulade değil mi?

Dramaturgumuz Gökhan Aktemur’u da es geçemem. Oyun içi – dışı kaliteli ve verimli paylaşımlarımız haricinde bir oyuncu olarak benim için yaptığı jesti her daim sevgiyle anacağım.

Can vermeye uğraştığım Sevginar karakterinin bazı sahnelerde olup bitene şahit olmaması gerekmekteydi. Aileye mensup bütün oyuncular oyun boyunca sahnede olduğundan bu konuya bir çözüm bulunmalıydı. Sevginar’ın sadece uyuyor olması görmemesi, duymaması gereken için yeterli değildi. Aklıma bir fikir geldi. ’Wolkman dinlemek’ O dönemde wolkman vardı ama bu aile bu küçük alete sahip olabilir miydi? Şükrü Bey dâhil herkes fikri çok beğendi. Sevgili Sibel Topaloğlu hemen araştırmasını yaptı ve wolkman kullanabileceğimin mutlu haberi geldi. Ne var ki kulaklık sorunu yaşıyordum. Evet, wolkman gelmişti ama yanında ciddi bir hasarı olan kulaklıkla beraber! Kulaklık kırıktı ve takamıyordum. Kimse tamir edemiyordu. Tamir edilebilecek bir durumu da yoktu. Genel prova geldi, çattı hala kulaklık gelmedi. Ben çok üzgündüm. Bunu aklım almıyordu. Duymamak için ne yapacaktım şimdi? Derken elime bir kulaklık tutuşturuldu. Öğrendim ki dramaturgumuz çözmüş bu sorunu. Eskicilere gidip o döneme en uyabilecek olan kulaklığı bulmuş ve kendi cebinden ödeyerek satın almıştı. Öyle şaşırdım, öyle mutlu olmuştum ki! İmdadıma yetişen Hızır’ın bu sefer ki adı Gökhan Aktemur’ du. “

Gelelim Yönetmenin daha ilk provada beni zorladığı intihar sahnesine. Oyunun en gerçekçi ve en etkili sahnelerinden biri oldu. Sevginar’ın seyirciye yüzü dönük olarak kocaman bir bıçakla bileklerini kesmesi ve o esnada açık seçik görünür bir şekilde süzülen kanın nasıl aktığı konusu seyirci için büyük bir bilmeceydi. Oyunun finalinde bu sahneye övgüler döşeyen canım seyirci. Gelip bileklerimi bile kontrol etti kimi. Ser verdik, sır vermedik diye yine de küsmedi hiçbiri.   

Oyuncuya Not: Yeni yollar, yeni yöntemler denemekten asla korkma! Ya da kork ama yine de dene. Oyunculuğunu güçlendirecek şeylerden biri denemektir. Denediğini özümsemeyi ilkinde bekleme ve tekrar dene! Başkası sana ‘Yapamazsın’ dediğinde bir şey olmaz, kendin “Yapamam” dersen yapamazsın, dikkat et, yapabileceklerini ancak kendin sınırlarsın. Dene, dene ve tekrar dene!

 “Aktris Sevtap Çapan” Kitabından Notlar

reklam

Yorumlar

Yorumlar (Yorum Yapılmamış)

Yazı hakkında görüşlerinizi belirtmek istermisiniz?

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

İlginizi çekebilir

MÜZİK, İNSAN VE SOSYAL YAŞAM

MÜZİK, İNSAN VE SOSYAL YAŞAM

Özgün Haber Reklam Alanı
Özgün Haber Reklam Alanı
Tema Tasarım | AnatoliaWeb